Şiirlerimi ve Kitaplarımı Okuyun
Çocukluğumda yazmaya başladım. Yazmak büyük bir serüven... Yazmasaydım ayak altında ezilirdim: Sembolik şiir bana köklerimi gösterdi.
KIRIK KUKLA
Gerçek’e sadık bakışmalar, içten tebessümler ve merhamet sonsuza çalkalanarak akan bir nehir iken, bir gün, düşündü bir Us: “Ey bilgeliğin tasviri, İnsanlar! Yüzlerimiz de erdemin görkemli kisvesiyle, uçuşuyoruz vitamin almak için arzuların üzerinde. Her derinlik içine eğerek bakışlarımızı, dolaşıyoruz; buyruklarla sofulaşan doğamız, günden güne olgunlaşan ruhumuz, atılıyor yolun sonuna dikilmiş barikatın ateşli kucağına. O vakit, iyilik melekleri kanatlanıyor duruşlarımızdan... İçimiz yuvarlanıyor, yuvarlanıyor; ne önümüz de ölüm, ne ardımız da gelecek, hiçbir şey kalmıyor içimizi bir yere sığdırabilecek.
Anlamıyoruz, ne ara esrimiştik acemiliğin meltemleriyle; işçiliğimizi hangi pahalar satmıştık; neleri feda etmiştik kibir uğruna... Hiçbir icat, tekrar çeviremedi çetrefil yolları zifte! Düşen cüzdanı sahibine tekrar uzatan eller mi, ya da kaçıranlar mı; hangileri daha çok sevdi kendini: İnsan mı? Şeytan mı? Buyruğa yeşeren muamma içtenlik, yokladı durdu zihnimizi her an… - Biz değil; belli ki O, temin etti tüm çıkarları! İşte bakın: Vaktiyle içi çekilmiş bir geceydi evren! Her şey derin uykunun burgacına asılı boşluktu... Aniden çıka geldi Çatlama! Gıcırdattı yüreği tiz noktalara dokunarak. İrkildi her şey, Suni Yaradan edası taşıyan çatal kıyılar, boşluğun ufkunu dolanmaya başladı boydan boya... Bizler, karanlık ormanlar içine sürdük tanımadığımızı. Orada, isteksiz kucakları özümsemeyi öğrendik... Bütün her şeyden farklı sandık kendimizi, yanılgıyla yoğrulduk! Körpe yarınları okşayan çanların kıvamıyla, takvimsiz hatıralara okunan duaları çektik hiçliğin ahengiyle esriyen içimize; unutuşla durulduk... Soluk soluğa yaşadık; gülünç bir kıvanç uğruna, yol yordam bilmez düşlerin kurbanı, maddenin loş yatağına bağımlı birer müptezel olduk!
Dişlerimizin arasına gerilmiş gizleri kemiriyoruz, benliğimizi! Savrulduğumuz her köşeden geçmişi özümsüyoruz... Göremiyoruz doyumsuz tutkularımızın harladığı cehennemi... Yaşam addediyoruz kendimizi; her kıvrımı süslü hayallerle, endamı çarpık kıpırtılarla donatıyoruz dünyayı... Ne kadar alırsa gemimiz, o kadar köleyizdir artık! Yalnızlığımız üzere geliyor inimizin sinsi eşkıyası, iç sıkıntımız... Onun övgüleriyle, duruşları kilitlenmiş, bağnaz noktalara bakmaya mahkûm, birer Pervaneyiz! Kavranmaz derinlik, katmerleşen fakirlik, bu suretle ruhumuzun armağanıdır hayatımıza! - Her şeyden farklı bir gücün kaynağıyız oysaki! Ne yazık! Yüzlerimizde ihtiyar bir cenin, korkusuzca gülümsüyor aşağılık halimize?”
Ahmed Halil
Anlamıyoruz, ne ara esrimiştik acemiliğin meltemleriyle; işçiliğimizi hangi pahalar satmıştık; neleri feda etmiştik kibir uğruna... Hiçbir icat, tekrar çeviremedi çetrefil yolları zifte! Düşen cüzdanı sahibine tekrar uzatan eller mi, ya da kaçıranlar mı; hangileri daha çok sevdi kendini: İnsan mı? Şeytan mı? Buyruğa yeşeren muamma içtenlik, yokladı durdu zihnimizi her an… - Biz değil; belli ki O, temin etti tüm çıkarları! İşte bakın: Vaktiyle içi çekilmiş bir geceydi evren! Her şey derin uykunun burgacına asılı boşluktu... Aniden çıka geldi Çatlama! Gıcırdattı yüreği tiz noktalara dokunarak. İrkildi her şey, Suni Yaradan edası taşıyan çatal kıyılar, boşluğun ufkunu dolanmaya başladı boydan boya... Bizler, karanlık ormanlar içine sürdük tanımadığımızı. Orada, isteksiz kucakları özümsemeyi öğrendik... Bütün her şeyden farklı sandık kendimizi, yanılgıyla yoğrulduk! Körpe yarınları okşayan çanların kıvamıyla, takvimsiz hatıralara okunan duaları çektik hiçliğin ahengiyle esriyen içimize; unutuşla durulduk... Soluk soluğa yaşadık; gülünç bir kıvanç uğruna, yol yordam bilmez düşlerin kurbanı, maddenin loş yatağına bağımlı birer müptezel olduk!
Dişlerimizin arasına gerilmiş gizleri kemiriyoruz, benliğimizi! Savrulduğumuz her köşeden geçmişi özümsüyoruz... Göremiyoruz doyumsuz tutkularımızın harladığı cehennemi... Yaşam addediyoruz kendimizi; her kıvrımı süslü hayallerle, endamı çarpık kıpırtılarla donatıyoruz dünyayı... Ne kadar alırsa gemimiz, o kadar köleyizdir artık! Yalnızlığımız üzere geliyor inimizin sinsi eşkıyası, iç sıkıntımız... Onun övgüleriyle, duruşları kilitlenmiş, bağnaz noktalara bakmaya mahkûm, birer Pervaneyiz! Kavranmaz derinlik, katmerleşen fakirlik, bu suretle ruhumuzun armağanıdır hayatımıza! - Her şeyden farklı bir gücün kaynağıyız oysaki! Ne yazık! Yüzlerimizde ihtiyar bir cenin, korkusuzca gülümsüyor aşağılık halimize?”
Ahmed Halil